Bir 10 Kasım sabahındayız. 

Eğer bana ben gittikten sonra neler yaptınız diye sorsaydın ve sana anlatma şansım olsaydı eğer...

11 Kasım 1938 sabahıyla başladı aslında bütünlüğü bozan seslerin, senin sesinin yokluğunda sesleri yükseliyordu. Ama daha henüz yeniydi sensizlik, ilk seçim bir askere teslim edilmişti. Mahus kaderini yaşıyordu Anadolu ancak Millet Meclisinde %87'lik çoğunlukla silah arkadaşın Reisi Cumhurdu artık. Sitemli olduğuma bakma, sonra ki seçim 1 yıl sonra 1939 yılında ve ne yazık ki milletin temsilcileri beklendiği çoğunlukta değildi. İtiraz etmemek için veya etmemeleri için yönlendirilmişlerdi. Ayrılıkçılık baş göstermiş ama yinede aynı Komutan seçilmişti. Demokrasiden bahsetmiyorum elbetteki çünkü demokratik yapı daha çarkını çeviremeden göçüp gitmiştin. Ve o demokrasi bize hiç gelmedi, üretemediğimiz demokrasileri ithal ettik. Her dönemin kendi demokrasisi oldu. Nasıl mı ? Anlatayım...

1939 yılında İsmet Paşa başa geldiğinde halkta yoğun tepki vardı, cahillik diye tabir edilen bir nevi köylü sınıfının yozlaşmış elit yapıların (ağaların) eline bırakılması ve bu minik lordların desteğini alan siyasi vekiller (senden sonra hiç milletin vekili girmedi o meclise) Paşanın kararları konusunda karalama kampanyaları yaratmaya başlamışlardı. Ülke kendi gerçeklerini unutmuş, eğitim üretim siyaset ithalatına başlanmıştı. Temelde matbaayı ülkeye ithal etmeyenler. Bu sefer yine aynı hatayı yapıyor, kitapları okuyup yazmıyor. Yazıları okurları ithal ediyorlardı. Yasal düzenlemeler peşi sıra geliyordu. Ama askerin üstünlüğü yeni Kurtuluş mücaadelesi vermiş ve etkisinden ayağa kalkamayan, süreksizler olarak bizler top tüfek vatan millet cephede olmaktan bir adım ileriye gidemiyorduk. 

Bazı kıvılcımlarda yok değildi tabii. Senin imtihanınla ülkenin gerçeklerini görmeleri için gönderdiğin çocukların vatana dönüp güzel işler başarıyorlardı. Seninle desteklenenler demirağları genişletmek, uçmak istiyorlardı. Toprağı ehlileştirme çabalarından; tarım ülkesinde tarımsal üretim için sanayi hamlelerinin daha en başında kırsaldaki uygulamaları geliştirmek geliyordu. Tam olarak bu noktada kıyamet koptu ülkede, yeşeren öğretmenler, dinsizlikle suçlanıp yerel fetvalarla baskılanmaktaydı. Kır çiçekleri açamasın diye çok uğraşıyorlardı. Ve en nihayetinde oldu, enstitüler kapatıldı bir bir, cephedeki Hasan Emminin, Fatma Ananın kanlarıyla sulandığı topraklar artık işlenmeyecekti. Öğreticiler eğitimciler yoktu artık. İthal fikirli bakancılarıyla ülkenin idaresi devam etmekteydi. Seçim korkusuyla kendisine oluşan tepkiyi azaltacağını düşünen İthal ürünlerden nasiplenenler, nitekim ülkene ilk kurşunu atmış oldular ki. Sen bizden daha iyi bilirsin. İzmir'e ilk kurşun sıkıldığında vatan kurtulmuştu zaten, tek bir ocak olsa bile özgürlük kaçınılmazdı. Aynısını yaşadık bu sefer kurşun senleşmeye çalışanlardan geldi.

Öyle veya böyle askerlerin yönetimindeki batıllaşma hareketleri, aşırılaşmış hakaretlere dönüşerek, rejim kaygıları yaratıyordu. Elbette ki bu kaygıları iki şey çözerdi,ilki daha demokratik yönelmeyle halkın gerçek sesinin mecliste duyulması ancak öyle olmadı. İkinci çözüm daha basitti, asker silahların gölgesinde halkı ıslah edecek ve Cumhuriyeti Halkından koruyacaktı. Darbe adı verilen bu eylem, alışkanlık olacak ve Türk kimliğinde askerin yegane eylemi halini alacaktı. Üzücü kısmı bu süreçte eğitim yine belini doğrultamadığından halk kendi içine kapanmıştı. Süreç bir kaç asker Cumhurbaşkanlığından Marshall yardımları falan derken, kendini peygamber ilan edecek derecede güç gösterisi meraklısı 1980 yılına kadar geldi. Bu zamana kadar ülke 2 darbe resmi olmasada 2 iç ayaklanma görmüştü. İdam kararlarıyla halkın sesi kesilmiş eğitimli beyinler göçmeye başlamış, Alamanyalı olan işçiler, çiftçiler; Hans'ın ağır sanayisinde karınca gibi çalışıyorlardı. 

Hızlıca günümüze gelelim, gelişme anlamında senden hızlı ve temeli sağlam adım atan kimse olmadı dediğimde bunun abartılı olduğunu düşünme lütfen. Senin yönetiminden sonra asker kimliksiz, hepsi hepsi 6 tane Cumhurbaşkanı çıktı, karşımıza, biri senin çizginden ayırmamak için çok uğraştı, kurduğu partiden neredeyse ihraç ediliyordu. Diğeri partisizdi, bağımsızdı, sivildi. Hukukun üstünlüğüyle ülkeyi yönetiyordu. Olmadı, o da bir başka ithal demorkasi hareketi ile yıkıldı. 

Gelelim son 10 seneye, çok tuhaftı olanlar, nasıl anlatsam bilemiyorum inanmayacaksın. Ülkende ülkenin evlatlarını koruyamadık, hem kendi içimizde hain yetiştirdik hemde eğitilmeyen eğilip bizim sözümüzü dinlemedi. Neticede Cumhuriyetin isimde kaldı. Paşam sana bu kısmı hiç anlatmak istemezdim çünkü bende neler yaşadığımızı hala şaşkınlıkla izliyorum. Vatan cephesel olarak değil, doğrudan fonlaşmış, yönlendirilmişlerin eliyle önce yasal olarak yıkıldı. Öyle ki 80 darbesinde anaları ağlatanları değil, o anaların yetiştirdiği yiğit evlatları önce kumpasa kurban ettik, sonra sistem değişti. Yani sistem kendi içinde değişmedi, Cumhuriyet yazıda kaldı (bir zaman yazısı bile yasaktı). 

Senin anlayacağın Cumhuriyet temalı ülkeler kervanında padişahlık ile yönetilir olduk. Bir ailenin sahip olduğu ülkelerden (ki Osmanlı özentiliği hitabetiyle devam eden süreçte) biri halini aldık. Aile kendi içerisindeki kararlarıyla ihtiras, ayak oyunlarıyla koca koskoca bir milleti dizinde uyutuyor. Sana üzülmen için anlatmıyorum aslında rahat rahat uyu, senden ilk defa uyanda bir bak ülkenin haline diyemeyeceğim. İşte o kadar kötüyüz. 

Özlemediğimizi söyleyemem, her 10 Kasım gibi ama sıradan bir gün olsun isterdim mesela, biraz daha yaşayıp bizimle yaşlanabilirdin. Daha fazla yazabilirdin bizlere miras olarak Nutuktan fazlasını bırakabilirdin. Bazen inanılmaz öfkeleniyorum, bu kadar yanlız bırakman gerekmezdi. Neyse sen uyu eminim beni bir yerlerden dinliyorsun şuanda rahat uyu içini ferah tut daha iyisini yapamazdın. Biz kötüyüz diye üzülme sakın, her halk bu kanla sulanmış topraklarda, kendi bedelini öder.